ama arkadaşlar iyidir



16.12.2010

go my love, go and see!

bugün buraya çok yağmur yağdı. sanki hiç durmadı. yağmur göl yaptı bi tane, kocaman. sonra göl yağmurla birleşti deniz oldu. deniz büyük. deniz geniş. deniz derinleşti. denizin dibinde hatçam demirden evler oluştu. ben demirden evlerden birinin içine girdim. denizin zemin katındaydı ev. iki vazgeçemeyeceğim şey bir aradaydı, ev ve deniz. evin içinden sen çıktın. evin önüne bi karabiber ağacı diktim. o ağaç büyüyene kadar seni göremeyecektim. deniz kokusu evin penceresinden içeri dolmakta tereddüt etmiyordu. sonra dedik ki senle, bi dışarı çıkalım soluk alalım, çok fena bir rüzgâr vardı. dipteki batık gemiler ve harabeler arasında bi ara kaybolacağız sandık. köşeyi döndüğümüzde bir de baktık ki o gün denizin pazarıymış, pazar kurulmuş, börülceler, yosunlar, çeşit çeşit, kestaneler. birkaç adet inci aldık, sana benzediğini söyleyecektim, unutmuşum.

sonra geçen gün falıma bakan arkadaşın dediği meseleye geldik. mermaid meselesi. dillere pelesenk etmek istemediğimden. oturdum falımda çıkanlardan ilham alarak genç kayıkçı ve deniz adlı bir roman taslağı çıkardım. sonra sigara kağıdım bitti, üzgünüm taslağa sardım tütünü, içtim, kafa yaptı biraz, bunu sorun etmedim. evet evet fareler vardı denizin dibindeki evimizde kapımızı çalan. kapımızı kemirmekte idiler ve bunu sorun etmiyorduk. habire fotoğrafını çekmeye yelteniyordum, sense buna poz vermemekte direniyordun. ama ama ama fareli denizin kayıkçısı olmak gerçekten de zorlanmadığım bir şey idi. ki bu benim kaç bin yıllık hasretimin goncası idi. denizin hemen yan sokağına çıktım, bu sırada portatif radyo-kaset çalarımızın düğmesine bastığımda, denizlere çıkar sokaklar, diyen bir şarkıyı mırıldanıyordu denizdibi orkestrası. şarkı şöyle bitiyordu, ki ben bunu çok tuttum, yıllardan sonra, yollardan sonra, yeniden yanyana onlar.

bu anda bu denizler şehri yağmurunu arttırmış ve hatta korkutucu seviyede gökgürültülerine kulak kabartıyordu. bu esna tam da benim her gök çınlamasında birlikte ürpereceğim bir kişilik arayışımın kayıtlarını tuttuğum zamana rastlıyordu, rasgele dedi ordan geçen bir yunus. perdelerimin arkasından, -sen bu arada benim iflah olmaz romantizmimden ve melankolimden bıkıp usanıp dipevini terk etmiş, babanın gökdelenevine kaçmıştın-, çakan şimşeklerin ışıkları içerime vuruyordu. ve sonra kaf suresinden bir ayet okundu, duydum, dedi ki: üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız! onda hiçbir çatlak da yok. halbuki ben denizin gök seviyesindeydim, dünyam tersine dönmüştü, göğe değil de dibe bakyordum. aslında dünyayı tersine çevirsek, ya da dünyanın tam tur döndüğünü düşünsek, -keşke bi tur da bana verseydi-, tam da ters döndüğünde; ben denizin dibine bakıyor olsam dahi dünya tersine döndüğünde göğe bakıyor gibi olmam gerekirdi izafiyet ve moment icabı. sait faik demişken, ve konuyu buraya getirmişken, şunu kesin hatırlamamız gerekirdi ki, havada bulut öyküsünde tam da bunu anlatıyordu saik fait. anlatsam mı anlatmasam mı ayrıntısını bilemedim şimdi. sana bunun hikayesini anlatmış mıydım? ah yorgiya mu,

gel anlatayım.

Hiç yorum yok: