ama arkadaşlar iyidir



12.12.2010

Basmakalıp (Klişe)

"Nasıl oluyor şimdi, anlatsana biraz," dedim karşımda oturan arkadaşıma. Bira içiyorduk. Mevsim yazdı. Uzak bir memleketten beni ziyarete gelmişti. Başladı anlatmaya, "Ne gerek var hacı. Veriyorsun parayı, hiç dırdır yok, şuydu buydu yok, işi bitirip evli evine köylü köyüne. Zaten biliyosun bi süre sonra hep aynı basmakalıp hareketler." "Tamam onu demiyorum, işleyişi anlat," dedim. "Telefon numarası bulacaksın önce, güvenilir olacak, arayacaksın, şartlarını öğreneceksin, okeyse en az dört yıldızlı olacak bir otel ayarlayacaksın, yukarı çıkıp bir daha arayıp oda numarasını söyleyeceksin ve o en geç yarım saate orda olacak."

Dediklerini yaptım. Numarayı buldum ahbabım olan ve bu işlerin gediklisi bir abimden. Aradım. İki saat kalırsa şu kadar, şöyle şöyle böyle böyle, bir şeyler söyledi. Tamam dedim. Otele gidip çift kişilik odayı ayarladım. Tekrar arayıp oda numarasını söyledim. İçki içmemiştim, her şey sağlıklı ve salim kafayla hareket ediyordu etrafımdaki. Bu beni daha da heyecanlı kılıyordu. Birazdan, hiç tanımadığım, görmediğim, bir saat öncesine kadar sesini bile duymadığım bir kadın gelecekti ve onunla hayatımda hâlâ ısrarla ve inatla en özel bulduğum şeyi gerçekleştirecektim. Tamamen merak içersindeydim. İnsanlar böyle bir şeyi pazara dönüştürmüşlerdi, böyle bir sektör faal bir vaziyette geceleri vardiya döndürüyordu. Bu, genelevden daha başka bir konum gerektiriyordu, hatta bunun için inşa edilmiş özel oteller vardı. Hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi çalışan resepsiyonistleri ve odaları vardı bu otellerin. Odalarının sesi kısılmıştı. Sabah birtakım teyzeler gelip bir önceki gecenin hafriyatını temizliyor ve ellerinde elektrik süpürgesiyle bir önceki gecenin olası pozisyonlarını kuruyorlardı yatakların şekline bakarak.

Bense pencereyi açmış şehrin manzarasına göz atıyor, bir taraftan yaklaşan vaktin aşağıdaki taksiden inecek insanla belirmesini bekliyordum, üflediğim duman dışarıdaki rüzgardan içeri giriyor ve gözlerimi boğuyordu. Müzik açmalıydım. Bir şeyler yapmalıydım. Üstüm nasıl olmalıydı. Gelen insanın nasıl biri olduğu apayrı bir merak unsuru iken nerden geliyordu, benim gibi başka bir otel müşterisinden mi mesela. Ne düşünecekti beni ilk gördüğünde. Ne diyecekti. Ya ben, ne işim vardı o otel odasında. Merakımın beni düşürdüğü hallere bakıyordum o sırada aynada. Yakışıklı mı duruyordum, bilmiyor, hiçbir şey bilmiyordum. Birazdan kapı mı çalacaktı gerçekten. Ya gelmezse,.

Asansörün yükselen sesini duymamla içimdeki everestler himalayalar boy boy yükseldi, bir tırmanıcı göğsüme çapasını sapladı, tırmanmaya çabaladı midemi ayaklarıyla tekmeleyerek.

Pardösümü çıkarmamıştım. Kapı çaldı, açtım. Hoşgeldiniz deyip elimi uzattım. Adımı söyledim. Memnun olduğunu ifade etti. Etkilenmiş gibi baktı. Bir süre kapıda kaldı, sadece bakıştık. Ben etkilendim, o etkilenmiş gibi bakmaya devam etti. Bu kadar güzel bir insan beklemiyordum. Sesinden yüzünü bakışlarını böyle hayal etmemiştim. Nasıl hayal edebilirdim ki. Dünya üzerinde bu şehirde bu saatlerde yaşayan binlerce kadından biri olabilirdi o an o kapıdaki. Etkilenmiş bakışları beni daha da etkiledi. Hani uzakta görsem sevgilim olmasını isteyeceğim kadar ifadeli bir yüzü boyu posu vardı. Gerçekten etkilenmiş miydi, yoksa benden önce gittiği ağızları alkol ve sigara kokulu adamlara da mı aynı şekilde bakıyordu. Tamam çirkin bir insan sayılmazdım, hatta beğenenlerim bile olurdu zaman zaman, en azından duruşumla ekstraya çıktığım muhakkaktı ama onun bana karşı duruşu sahici miydi, bunu bilebileceğim bir an gelecek miydi.

İçeri davet ettim. Ceketini çıkardı. Güzelliğini meydana getirdi. "Duş aldınız mı," dedi. "Hayır," dedim. "Ben alayım," dedi. O banyodayken bir sigara daha yakıp dışarı çıkarmaya ve şehrin üzerini örtmeye çalıştığım ama buna inat eden dumanla gözlerimi tekrar boğdum. En azından artık pardösümü çıkarmalıydım. Havluya sarınarak çıktı duştan. Yatağa oturdu. Elim ayağıma dolandı. Gözlerine baksa mıydım. Bakmak istiyordum. Kendini kötü hissetmesin istiyordum. Diğerlerine benzemediğimi bilsin istiyordum. O genç ve güzel kız, nasıl olur da.., diye düşünmeden de duramaz biçimde duşa girdim. Çıkarken üstümü giydim. Sigara içse sakıncası olup olmayacağını sordu, elbette olmayacağını söyleyip ben de bir tane yaktım.

Yatakta oturuyor ve dumanları, yetişme çağındaki hormonlarla birlikte yukarı tavana yolluyorduk. TRT4 ü açmıştım televizyonda, isterse kapatabileceğimi söyledim, bir kadın Edith Piaf şarkılarını yorumluyor ve o anda Sous le ciel de Paris çalıyordu. Açık kalmasını istedi.

"Üstünü giymişsin?" dedi. Gözlerime bakmaya ve beni etkilemeye devam ediyordu. Sahi bunu herkese mi yapıyordu. Aklıma yeşilçam filmleri geldi. Evet bu kadına aşık olup onu bu hayattan kurtacaktım korkarım sonunda. Aileme durumun uhreviliğini anlatamayacak ve dışlanmış bir evlat olarak onunla birlikte başbaşa kalacaktım. İyi kötü maaşım vardı, geçinip gidecektik... "Ne bileyim," dedim. Üstümü çıkarmış olmam, banyodan benim de havluya sarınarak çıkmam, oraya onu sadece bu iş için çağırmış olduğumu yüzüme çarpacaktı ve bundan acaip bir hicap duyacaktım. İki saatlik kurulmuş saatimizin yirmi dakikası uçmuştu bile. "Ben ücreti alabilir miyim?" dedi. Tabii deyip verdim telefonda anlaştığımız üzere. Teşekkür etti? Teşekkür ettim? Allah'ım vardı benim ve ben o an orada ne işim olduğundan, o anın bir hayal olup olmadığından, aynı yatakta sırtlarımız yatağın başına dayalı oturduğumuz o genç ve güzel kadının gerçekte varlığından, birazdan ne yapacağımızdan, şarkıda geçtiği gibi Paris göğünün altını üstüne getirip getirmediğimden, her şeyden ama her şeyden ya da hiçbir şeyden emin değildim.

"Başlayalım mı?" dedi. "Dur!" dedim, "birazdan." Yanımda olup olmadığını sordu, yoktu, taşımak gibi bir adetim de yoktu. Çantasından çıkarıp komodinin üstüne koydu. Bir tırnağıyla diğer parmağının tırnağının üstündeki biyolojik nesneyi soymaya çalışıyordu. Durdurdum. Elini tuttum. Elimi tuttu. Ellerimiz kenetlendi. "Ben, daha önce tanımadığım biriyle hiç," çıktı ağzımdan. "İlk defa mı ücretli yapacaksın?" dedi. "Evet," dedim. Neden kız arkadaşım olmadığını, gayet de prezentabl olduğumu söyledi. Bildiğin güzeldi bu kız. Bir şeyler uydurdum. Üniversite öğrencisi olup olmadığını sordum, o ayın sonuna kadar arayabileceğimi ama ondan sonra tutturması gereken bütçeyi sağladıktan sonra o işi bırakacağını, düzgün bir işe gireceğini, her şeyi ayarladığını, sonra da erkek arkadaşıyla evleneceğini, söyledi.

Benden önce başka birine gidip gitmediğini, iki saatlik görüşmemizin ardından başka birine gidip gitmeyeceğini, bu güzelliğin bu şekilde boşa gittiğini, daha neleri neleri düşündüm, hiçbirini sormadım. Sonuçta, sevgili niyetine son birlikte olduğum kadın sonradan öğrendiğim kadarıyla benden bir hafta önce de biriyle birlikte olmuştu, benden bir hafta sonra da olacaktı muhtemelen. Son ayrıldığım sevgilim ayrıldıktan iki ay sonra attığı mailde, hâlâ resmi olarak ilişki içerisinde bulunduğumuz, telefonuna ulaşamadığım bilmemne ayının bilmemne günlerinde beni bilmemkimle aldattığını söylememiş miydi. Yani belki de abarttığım kadar olmamalıydı. Bu herhangi bir ihtiyaç ve insanoğlunun başına yaratılış icabı örülmüş bir çoraptı, sen ne kadar dikkat edersen et bir tarafından mutlaka kaçacak bir ince çorap. O yüzden belki de öylesi bir güzelliği heba etmemeli ve o anın tadını çıkarmalıydım.

El ele, biraz susarak, bir konuşarak, bir yarım saat daha geçirmiş olmalıyız.

"Eda gerçek adın mı?" dedim. "Hayır," dedi. "Ama Ahmet senin gerçek adın di mi?" "Evet." dedim, "peygamber adı, iyi huylu, ağırbaşlı." Mesleğimi sordu, "ben anlatırım", dedim, "buraya da bunun için geldim. Şimdi gidebilirsin. Teşekkür ederim." ucuca ekledim.

Hiç yorum yok: