ama arkadaşlar iyidir



22.05.2010

"üzerimde yıldızlı gök ve içerimde ahlak yasası"

siz hiç sabahın kör yedibuçuğunda sahaflar çarşısını gezdiniz mi? gezip de ilk ve son baskısı kitapçı raflarına bile çıkamadan sahaflara düşmüş kitabınızı tanımadığınız isimlere imzalayıp sahaf raflarına geri bıraktınız mı? siz hiç ..? have you ever really loved a woman?

istanbul üstüme alınmamı istercesine istiklal caddesi'ne mayısların yirmiikisinde bile yağmur bırakıyordu. ayaklarım ıslanmıştı ve sanki cizlavit içerisindelermiş gibi utanmasalar vıccık vıccık diye sesler çıkartacaklardı. sesleri tarif etmek ne kadar da zor değil mi? bu yüzden yazmak çoğunlukla yetersiz kalıyor.

gece geç ve bol alkollü yatmama rağmen yine erken kalkmıştım ve kahvaltımı yaptıktan sonra soluğu balıkçılar çarşısının ordaki sahaflarda almıştım. midem, kafam, ellerim, ayaklarım hepsi farklı dünyaların uzuvlarıydı.
başım dönmekle dönmemek arasında kararsız ve bir ileri bir geri yaparken midemde iç savaş çıkmıştı. akşam yuvarlamış olduğum biralar gaz kabarcıkları püskürterek rakı gölcüklerinin üstüne yürüyor, rakılar ise buna bembeyaz bir duman ablukasıyla karşılık veriyordu.
midem şehre su veren bir su deposu gibiydi, tepede, yalnız.
ben de bir dağ yamacında sarnıç gibiydim, içimde kuşlar yılanlar, insanlar epeydir gerek duymuyorlardı.
içinde isyan çıkan ve bunu dışarı sezdirmemek için bütün kapılarını pencerelerini kapatmış fakat isyanı bastıramamış, tekme tokat bir truva atı'ndan farkım yoktu.
hatta içim o denli farklı toplumsal eylemlere gebeydi ki kah iki japon pinpon oynuyor, kah iki dalmaçyalının çıldırmış bir şekilde oynadığı squash'e sahne oluyordu.

her şeyin bir hikayesi vardır biliyorsunuz, hatta buna bazı alanlarda sosyoloji dendiği bile oluyor. ben bunun için buradayım ve hikayesi olan şeyleri seviyorum. sular seller gibi yazmaya ihtiyacım vardı ve bu yüzden istanbul'u ve bir otel odasını seçmiştim. otel odasının banyosu aynı istanbul'da ilk çıktığım zemin kat kapıcı dairesinin banyosu gibi kokuyordu ve bu bile yeterdi. karıncalarla birlikte çıktığım tek odalı o evde başlattığım muhteşem yalnızlık infazı tek tek odaların tren vagonları misali birbirine eklenmesiyle devam ediyor ve dünyanın en güzel kadını beni yine bütün açık ve kapalı alanlarda yalnız koyuyordu. evet, her şey sadece bir kadın içindi, bunun için yazmaya başlamış, bunun için de devam etmiştim. daha doğrusu dünyadaki her şey sanki iki kişilik koltuklara ayrılmıştı. insanların çift yaratıldığı tezine inanmış, bunun yanında kant'ın birtakım felsefelerini kabullenmiştim. bu alanda alıntı yapmaktan oldukça kaçınılır ve ben yazdıklarımı okudukça beğenirim.

telefonum çaldı. eski bir okurumdu:

-neden böyle şeyler yazıyorsun, iyice saçmaladığının farkında mısın?
-beni ben mi sandın, yandın aldandın.
-giderek hastalaşıyorsun. bu kadar suçlamamalısın kendini.
-bu benim suçum.
-nedir o?
-kendini suçlamak.
-tamamen laf salatasından ibaretmiş gibi yapıyorsun.
-o yüzden gerçek hayatta konuşmama hakkımı kullanıyorum. modern ve güdük bir dünyam var.
-insanların seni yanlış tanımasından korkmuyor musun?
-hangi insanların? kim onlar?
-seni okuyanlar.
-herkesin beni yapayanlış tanıması en büyük isteğim. dün s.'ye onunla aramızda geçen bir şeyden esinlenerek yazdığım bir öyküyü okuttum. dakikalarca güldük. bunun için yazıyorum. hem ben okunmuyorum, araştırılıyorum, ve bu hoşuma gitmediği için bolca yalan yazıyorum. confessions of a dangerous mind çekiminde değiliz burda.
-içmeyi bırakmalısın artık.
-dünyada çok güzel kadınlar var biliyor musun ve hiçbirisi beni kıskanmıyor.
-aptalsın bence. eskort al bi tane yanına, onunla takıl.
-insan bir şeylerin sonuna yaklaştığını hissettikçe itirafçılığı artar biliyor musun? ve türkçemizde itirafçı anlamına gelen muterif, mutiraf, matrif filan gibi bir kelime olması lazım ama bulamadım, kafamı kaşıyorum şimdi.
-o eski yazıyı da son yazdıklarını kamufle etmek için koydun di mi?
-okurlarımın çok zeki olduğunu tahmin ediyordum, evet. ama burası altıüstü bir blog değil. o yüzden günlük yazıyormuşum gibi düşünmeni istemiyorum.
-basbaya günlük yazıyorsun işte.
-neyse ne.

kapattık telefonu.

müzik dinlemeyi özlediğimden ve bilgisayarımı yanımda getirmediğimden doğruca bir internet kafenin yolunu tuttum. sekizyüz kez raoui dinledim, sözlerini araştırıp inceledim. bugün cumartesi. dünyanın yedi harikasından biri. sen beni öpmezsen ben seni asla öpemem bunu unutma. dışarda insanlar eylem yapıyorlar galatasaray lisesi'nin önünde. şimdi gidip onlara katılacağım. sağlıcakla kalacağım.

Hiç yorum yok: